My
Sorunu sor hemen cevaplansın.
my teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- benim
- benim N (İnşaat)
- vay!
- benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle! {z}
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- vay be!
- million years
- ünl
- hayret
- vay be
- vay canına!
- aman!
- her
- ona
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned her 500 dollars.
- him
- ona
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
-I've got nothing to say to him.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
-We had no choice but to leave the matter to him.
- that
- şu
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that one is better.
Bu bir ev, şu ise camidir.
-This is a house and that is a mosque.
- you
- sen
Seni anlamak gerçekten çok zor.
-Understanding you is really very hard.
Artık seni sevmiyorum.
-I don't like you anymore.
- it
- ona
- mine
- mayın
Mayın tarayıcının amacı, mayınları patlatmadan mayın tarlasını temizlemektir.
-The objective of Minesweeper is to clear the minefield without detonating the mines.
Fadıl bir mayın tarlasına girdi.
-Fadil walked into a minefield.
- mine
- benimki
Senin fikrinle benimki arasında temel bir fark vardır.
-There is a fundamental difference between your opinion and mine.
Onun evi benimkinin çevresindedir.
-Her house is in the neighborhood of mine.
- somebody
- birisi
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
-Let me out, somebody. I'm locked in.
- you
- siz
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
-Hello, are you Mr Ogawa?
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
-I know that you're a teacher.
- somebody
- biri
Biri bu tabağı kırdı.
-Somebody has broken this dish.
Birinin bağırdığını duyduk.
-We heard somebody shout.
- us
- biz
- someone
- birisi
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
-She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Birisinin kapıyı çaldığını duydum.
-I heard someone knock on the door.
- mine
- maden
Bu maden gelecek ay kapanacak.
-This mine will close down next month.
Askerler madencilerin terk etmelerini emretti.
-The soldiers ordered the miners to leave.
- this
- bu
- his
- onun
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
-This is John and that is his brother.
Onun adı Tomoyuki Ogura.
-His name is Tomoyuki Ogura.
- that
- o
- them
- onlara
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
-It'll be useless to stand against them.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
-I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
- me
- bana
- be
- {f} kuraldışı çekimleri: şimdiki zaman I am; he/she/it is; we/you/they are; eski thou art. geçmiş zaman I/he/she/it was; eski
- us
- bizi
- them
- onlar
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
-There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
-You may choose any of them.
- your
- sizin
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I ran into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I ran into your father yesterday.
- it
- o
- be
- {f} tutmak (para)
- be
- isimlerden ve bazen de sıfatlardan geçişli fiiller yapan bir ek
- his
- eril onun
- her
- o
- him
- o
- him
- kendine
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
-Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
- mine
- benim
Senin planın benimkinden daha iyi görünüyor.
-Your plan seems better than mine.
Onun bisikleti benimkinden daha iyi.
-Her bike is better than mine.
- their
- onların
Onların erkek çocuğunun adı John.
-Their son's name is John.
Onların ana dili Fransızca.
-French is their mother tongue.
- My name is
- benim adım
- be
- {f} anlamına gelmek
- her
- onun
Onun görünümünü çekici bulurum.
-I find her appearance attractive.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
-I don't know anything about her family.
- US
- amerika
- me
- aman!
- this
- bu kadar
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
-I've never woken up this early.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
-Never be this late again.
- mine
- mayın döşemek
- be
- be ol
- be
- önek hakkında
- be
- tutmak ı öznesiyle am
- be
- {f} mal olmak
- be
- (Dilbilim) eski thou wert
- be
- {f} durmak
- be
- çoğul öznele
- her
- kendine
O kendi kendine mırıldanıyor.
-She is muttering to herself.
O, sırrı kendine sakladı.
-She kept the secret to herself.
- her
- dişil onu
- her
- onu
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet her at the coffee shop.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-She promised to meet her at the coffee shop.
- her
- ondan
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
-You are taller than her.
O ondan daha akıllıdır.
-He's smarter than her.
- her
- kendisi
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
-Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Kendisini ateşle ısıttı.
-She warmed herself by the fire.
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- her
- dişil onun
- him
- kendi
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-He said NO to himself. He said YES aloud.
- him
- onu
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-She promised to meet him at the coffee shop.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
-As long as you are with him, you can't be happy.
- mine
- (Askeri) (LAND MINE WARFARE) MAYIN (KARA MAYIN HARBİ): Kara, Deniz ve Hava araçlarını imha etmek veya hasara uğratmak; personeli yaralamak, öldürmek veya başka bir şekilde iş göremez hale getirmek maksadıyla hazırlanmış ve normal olarak, bir kap içine yerleştirilmiş infilak maddesi veya diğer malzeme. Mayın; cisim veya şahsın üzerinde yaptığı etkiyle, zamanla veya kontrollü vasıtalarla, kendiliğinden patlar. Ayrıca bakınız: "antipersonnel mine (land mine warfare) ", "Chemical mine (land mine warfare) ", "inertmine (land mine warfare) ", "oscillating type mine (land mine warfare) ", "phony mine (land mine warfare) ", "practice mine (land mine warfare)"
- mine
- {f} kazmak
- mine
- {i} ask. mayın
- mine
- {f} kazıp çıkarmak
- my son
- oğlum
Oğluma mektupları postalattım.
-I got my son to post the letters.
Benim bir oğlum ve bir de kızım var. Oğlum New York'ta ve kızım da Londra'da.
-I have a son and a daughter. My son is in New York, and my daughter is in London.
- that
- için
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
-He only paid ten dollars for that shirt.
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
-In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
- that
- bu kadar
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
-Can a two-year-old boy run that fast?
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
-See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- that
- diye
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
-Please read it aloud so that everyone can hear.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
-In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
- them
- onları
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
-All of them are just here to pick up girls.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
-Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
- you
- sana
Sana küçük bir şey getirdim.
-I brought you a little something.
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
-That tie suits you very well.
- his
- zam onunki
- that
- böyle
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
-I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
-I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
- us
- amerika birleşik devletleri
- be
- (Dilbilim) eski thou wast
- be
- varlığını göstermek
- her
- kendi
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
-This is a picture of her own painting.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
-The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
- his
- eril onunki
- it
- ebe (oyunda)
- it
- cinsel ilişki
- it
- ebe (oyunlarda)
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- mine
- kaynak
Bölge maden kaynakları açısından oldukça zengindir.
-The region is relatively rich in mineral resources.
Su, ormanlar ve mineraller önemli doğal kaynaklardır.
-Water, forests, and minerals are important natural resources.
- mine
- çıkarmak (maden)
- mine
- (Madencilik) maden çıkartmak
- mine
- (Askeri) mayın dökmek
- mine
- bana ait
- mine
- maden çıkarmak
- my immortal
- benim ölümsüzüm
- my name
- benim ismim
- my sister
- kız kardeşim
- my way
- benim yolum
- ones
- birileri
- this
- (Bilgisayar) belirtilen">(Bilgisayar) belirtilen
- something
- önemli bir şey
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
-She seems to know something important.
Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
-I'm about to tell you something important.
- My goodness
- Allahım! Yarabbim!
- My goodness
- Tanrım!
Tanrım! Araba anahtarlarını kaybettim.
-My goodness! I have lost the car keys.
- be
- var olmak
- be
- -di
- be
- -dı
- be
- -dır
- be
- -dir
- her
- (dişil) onu
- him
- (eril) onu
- his
- (eril) onun
- it
- (oyunda) ebe
- it
- onu
- me
- ben
- me
- mi
- me
- beni
- mine
- (maden/vb.) çıkarmak
- mine
- {f} çıkar
Eğer senin cevabın doğruysa bundan da şu sonuç çıkar ki benim ki yanlış.
-If your answer is correct, it follows that mine is wrong.
Çin'de her gün yaklaşık on milyon ton kömür çıkartılır.
-About ten million tons of coal are mined every day in China.
- mine
- maden ocağını işletmek
- mine
- maden ocağı
- my God
- Aman allahım
Aman Allahım, iyi görünüyorsun!
-Oh my God, you look good!
Oh aman Allahım! O ne tür gülmekti? - Oh, ciddi bir şey değil Mary oyun için bir cadı gibi nasıl gülüneceğini pratik yapıyor.
-Oh my God! What kind of laugh was that? — Oh, nothing serious! Mary is practicing how to laugh like a witch for a play.
- my eye
- hadi ordan!
- my eye
- inanamıyorum!
- my eye
- yok canım!
- someone
- biri
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
-You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
-A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
- My heart
- yüreğim
Yüreğim ağzıma geldi.
-My heart was in my throat.
Cennet benim yüreğimdeydi.
-The paradise was in my heart.
- My honey
- balam
- My love
- sevdam
- My mind
- aklım
- My pleasure
- zevkim
- My turn
- sapağım
- My wife
- eşim
- My wife
- zevcem
- One's
- -nin
- You
- istediğin
- it
- (Bilgisayar) (ınformation Technology - İT) Bilgi Teknolojisi
- it
- (ınformation technology) Bilgi teknolojisi
- me
- bana kalırsa
- me
- bendee
- me
- Dear me! Olur şey değil!
- mine
- (Sanat) Saat kadranı: "Hurdalanmış mineleri çatlayıp akrep ve yelkovanları kopmuş."- R. H. Karay
- mine
- {f} maden çıkar
- mine
- (Sanat) Metal eşya üzerine vurulan renkli cam katmanı
- mine
- (Sanat) İnce ve parlak nakış
- mine
- (Sanat) Dişlerin taç kısmını kaplayan beyaz ve sert doku
- mine
- benimkiler
- my beloved
- sevgili
- my condolences
- (Except my condolences.) Başınız sağ olsun!
- my friend
- benim arkadaş
- my heart
- kalbime
- my love
- aşkım
Sana olan aşkımı hiçbir şey değiştirmeyecek.
-Nothing's going to change my love for you.
Aşkım hakkında konuşmak istiyorum.
-I want to speak about my love.
- my mind
- zihnimi
- my name is
- adını sormak
- my own
- Kendi
Onu kendi gözlerimle gördüm.
-I saw it with my own eyes.
Tanrı dünyamızda yoksa, öyleyse Tanrı'yı kendi ellerimle yaratacağım.
-If God doesn't exist in our world, then I will create God with my own hands.
- my pleasure
- zevklimi
- my pleasure
- o zevk bana ait
- my turn
- sıramı
- ones
- siraye
- smb
- konuk olmak
- something
- birşeyler
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
-I'm going to help Tom do something this afternoon.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
- that
- yaptığı
- them
- onlardan
Onlardan hiçbirinin kaza geçirmediğini umuyorum.
-I hope that none of them got into an accident.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
-You may choose any of them.
- this
- böyle
İşte ben İngilizce'yi böyle öğrendim.
-This is how I learned English.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
-I am interested in getting a hat like this.
- us
- bizden
- us
- bizimle
- you
- sizden
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
-Tatoeba: We've got sentences older than you.
Ben sizden özür dilemeliyim.
-I must beg your pardon.
- you
- sizleri
- you
- sende
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
-The difference is this: he works harder than you.
Senden küçük bir yardıma ihtiyacım var.
-I need a little help from you.
- be
- (fiil) olmak, bulunmak, var olmak; anlamına gelmek; mal olmak; tutmak (para); durmak
- him
- His veya Her Imperial Majesty
- him
- eril onu
- his
- onunki
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
-Compare your translation with his.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
-It looks like this car is his.
- his
- {z} eril onunki; onun: I don't want his. Onunkini istemiyorum. That dog's his. O köpek onun. Take his outside. Onunkini dışarıya çıkar. s
- it
- cazibe
- it
- önemli kimse
- it
- çekicilik
- it
- şahsiyet
- it
- ilişki
- it
- {i} (oyunlarda) ebe
- mine
- {i} torpil
- mine
- {f} maden işletmek
- mine
- adl
Madencilik ile ilgili olan Minecraft adlı bir oyun var.
-There’s a game called Minecraft that is about mining.
- mine
- {f} yeraltında (lağım/yol) kazmak
- mine
- kazıp çıkarmak yeraltı
- mine
- sinsice bozmak
- mine
- {f} tünel kazmak
- mine
- hazine
- mine
- {f} mad. kazıp çıkarmak
- mine
- mine detector mayın detektörü
- mine
- memba
- mine
- lağım
- mine
- mayın/maden
- mine
- çıkarmak
- mine
- kendiminki
- mine
- (Askeri) MAYIN: 1. Kara mayın harbinde, yer araçları, gemiler, veya hava araçlarını tahrip etmek yada hasar vermek veya personeli yaralamak, öldürmek veya diğer şekillerde tesirsiz kılmak için tasarlanan, normal olarak koruyucu bir kaplama malzeme içinde bulunan, bir patlayıcı veya diğer tür bir malzeme. Kurbanının faaliyeti, zaman geçmesi, veya kontrol araçları ile patlatılabilir. Bak. "mine (land mine warfare) ". 2. Deniz mayın harbinde, gemilere hasar verme yada batırma niyeti ile veya bir giriş bölgesine gemilerin yaklaşmasını önlemek amacıyla denize dökülen bir patlayıcı aygıt. Terim gemilerin veya liman tesislerinin altlarına, dalgıçlar tarafından iliştirilen aygıtları ve yerleştirilmesinden belirli bir süre sonra patlayacağı tahmin edilen aygıtları içermez
- mine
- sabit torpil
- mine
- {z} benim; benimki: It's mine. O benim./Benim
- mine
- x mayın döşe/maden çıkar
- mine
- {f} araştırıp bulmak
- my best compliments
- saygılar
- my best compliments
- selâmlar
- my chuck
- yavrum
- my chuck
- kuzum
- my chuck
- şekerim
- my darling
- canımın içi
- my darling
- canım ciğerim
- my dear
- iki gözüm
- my dear
- gülüm
- my eye
- biz kaçın kurasıyız
- my goodness
- aman yarabbi
- my goodness
- aman allahım
- my goodness
- allah allah
- my wife
- eşim (bayan)
- one's
- nin
- one's
- birinin
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
-It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
-It is hard to maintain one's reputation.
- somebody
- şahsiyet
- somebody
- önemli kimse
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
-I am somebody and I am important.
- somebody
- kimse
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
-He thinks he is somebody, but really he is nobody.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
-I'm looking for somebody who understands French.
- somebody
- kimisi
- somebody
- bazısı
- someone
- önemli kimse
İlgili Terimler
my teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- his
- Duygu
- it
- Terbiyesiz kimse
- it
- Köpek
- mine
- Dişlerin taç kısmını kaplayan beyaz ve sert doku
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- him
- Bina temeli
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- mine
- İnce ve parlak nakış
- mine
- Metal eşya üzerine vurulan renkli cam katmanı
- mine
- Saat kadranı
- mine
- Madeni eşya üzerine vurulan renkli cam tabakası
- mine
- Saat kadranı: "Hurdalanmış mineleri çatlayıp akrep ve yelkovanları kopmuş."- R. H. Karay
İlgili Terimler
my teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- Motor Yacht - diesel-driven yacht
- Belonging to me
Örnek Cümle:
I recognised him because he had attended my school.
- be
- be-
- Of or belonging to me; used always attributively; as, my body; my book; mine is used in the predicate; as, the book is mine
- Used to express surprise, shock or amazement
- oh my!, goodness!, oi! (expression of surprise or dismay) {ü}
- My is the first person singular possessive determiner
- poss pron my [OE mïn]
- feelings My is used in phrases such as `My God' and `My goodness' to express surprise or shock. My God, I've never seen you so nervous My goodness, Tim, you have changed!. Malaysia (in Internet addresses). used when you are surprised, impressed, or upset
- Abr Motorized yacht
- pron. belonging to me
- Ah'english | adronato
- A speaker or writer uses my to indicate that something belongs or relates to himself or herself. I invited him back to my flat for a coffee John's my best friend
- The two-character ISO 3166 country code for MALAYSIA
- feelings In conversations or in letters, my is used in front of a word like `dear' or `darling' to show affection. Yes, of course, my darling
- Model Year
- ME
- Middle English
- ME
- Maine, a state of the United States of America
- ME
- Medical examiner, or coroner
- ME
- Montreal Exchange, a futures and derivatives exchange (formerly also a stock exchange)
- her
- The form of she used after a preposition or as the object of a verb; that woman, that ship, etc
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
- her
- Belonging to her
This is her book.
- him
- he when used after a preposition or as the object of a verb
She treated him for a cold (direct object).
- his
- That which belongs to him; the possessive case of he, used without a following noun
The decision was his to live with.
- his
- Used erroneously in place of ’s after a noun, especially a masculine noun ending in s, to express the possessive case
Ahab his mark for Ahab's mark.
- his
- Belonging to him
This is his book.
- it
- The third-person singular personal pronoun used to refer to a human entity of unknown sex or gender
She took the baby and held it in her arms.
- it
- Italian
- it
- Italy
- it
- The third-person singular personal pronoun used to refer to a non-human entity, to an inanimate thing with no or unknown sex or gender
Take each day as it comes.
- it
- The impersonal pronoun, used without referent as the subject of an impersonal verb or statement. (known as the dummy pronoun or weather it)
It’s lonely without you.
- it
- most fashionable
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
- it
- The impersonal pronoun, used as a placeholder for a delayed subject, or less commonly, object. (known as the dummy pronoun)
He saw to it that everyone would vote for him.
- it
- Used to refer to oneself when identifying oneself, often on the phone, but not limited to this situation
It's me. John.
- it
- The game of tag itself
Let's play it at breaktime.
-
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.